Kangsadan, hayalleri olan, dünyaya umutla bakan genç bir kadındı.
Hayatı, her şeye pembe gözlüklerle bakan biri olarak sürüp giderken, tek gerçek aşkı olan Patsakorn’un hayatına girişiyle tüm renklerini yitirdi.
Patsakorn, ona asla unutamayacağı bir teklifte bulundu: annesinden kalan ve elinde kalan tek anı olan evi ona bırakması karşılığında metresi olmasını istedi.
Aşkı uğruna her şeyi göze alan Kangsadan, bu acımasız teklifi kabul etti.
Patsakorn, dışarıdan yakışıklılığı ve karizmasıyla dikkat çeken bir adam olsa da, iç dünyasında soğuk ve zalimdir.
Ailesinin varisi, büyük bir servetin tek mirasçısıdır.
Küçüklüğünden beri ona hayranlık duyan Kangsadan’ı hiçbir zaman ciddiye almaz, onu sadece hayatına katlanması gereken bir yük gibi görür.
Ancak zamanla, Kangsadan babası tarafından adeta evlat gibi benimsenince, Patsakorn’un içini kıskançlık ve nefret sarar.
Kızgınlığı sadece Kangsadan’a değil, onu kendinden uzaklaştıran ailesine de yönelmiştir.
İçinde büyüyen öfkeyle ailesini ve geçmişini terk eder.
Dört yıl sonra, Patsakorn geri döner — bu kez yakışıklı, başarılı ve acımasız bir iş adamı olarak. Tek bir amacı vardır: her şeyi geri almak.
Ve bu yolda ilk hedefi, kalbinde silinmeyen bir yara olarak duran Kangsadan olacaktır.
Bu, aşkın en karanlık yüzüyle sınandığı; sadakatin, intikamın ve ikinci şansların iç içe geçtiği bir hikâyedir.
Peki, kalbin gölgesiyle gelen intikam, bir zamanlar hissedilen gerçek sevgiyi silebilir mi?