Her dava kazanılmaz. Hatta bazıları daha başlamadan kaybedilmiştir. Ama CEO Shin için asıl mesele kazanmak değil, insanları uçurumun kenarından çekip almaktır.
Shin, alışılmışın dışında yöntemler kullanan, sivri dilli ama derin empati yeteneğine sahip bir arabulucu ve danışmandır. Ona başvuranların çoğu, mahkemede %0 şansa sahip davalara ya da hayatın en umutsuz çıkmazlarına sıkışmış kişilerdir.
Bir işçi, haksız yere kovulduğu halde kanıt bulamaz.
Bir yaşlı çift, miras yüzünden evlatlarıyla karşı karşıya gelir.
Bir genç, büyük bir şirketle tek başına mücadele etmeye kalkar.
Normal şartlarda hiçbirinin galip gelme şansı yoktur. Ama CEO Shin, zekâsı, keskin gözlemleri ve bazen de alaycı mizahıyla, bu davaları mahkemeye taşımadan çözer; anlaşmazlıkları farklı yollarla sonuçlandırır.
Tabii Shin’in kendi hayatı da göründüğü kadar parlak değildir. Geçmişinde sakladığı bir travma, onu sürekli “uçurumun kenarındaki insanları kurtarmaya” iter. Her vakada, aslında kendi yaralarını da tedavi etmeye çalışır.
Dizi, hem duygusal anlarla izleyiciyi düşündürür hem de absürt mizahıyla kahkaha attırır. Sonuçta bazen hayatın en umutsuz noktalarında bile, küçük bir arabuluculuk mucizesi mümkündür.
Doğduğu günden itibaren “iblis” damgası yiyen Bai Xiaoying, insanların küçümseyici bakışları ve göklerin lanetiyle büyür. Babası uğradığı bir komplo sonucu öldürüldüğünde, Xiaoying’in tek arzusu intikam almak ve ölümsüzlüğe ulaşmaktır. Onun için ölümsüzlük, hem adalet hem de özgürlük demektir.
Kaderi ise onu beklenmedik şekilde Gece Tanrısı Ye Chenyuan ile bağlar. İlk başta birbirlerinden nefret eden, birbirine kelepçelenmiş gibi yaşamaya zorlanan ikili, zamanla göklerde dönen çok daha büyük bir oyunun parçası olduklarını keşfeder: Tanrılar âlemini karanlığa sürükleyecek bir komplo.
Bai Xiaoying, intikam hırsıyla yanarken Ye Chenyuan, karanlık ve ışık arasındaki ince çizgide yürüyen gizemli bir varlıktır. Aralarındaki bağ onları hem güçlendirir hem de zayıflatır. Xiaoying, babasının kan davası ile kalbinin yeni uyanan duyguları arasında sıkışırken, Ye Chenyuan da ilk kez bir ölümlünün uğruna fedakârlık yapmayı öğrenir.
Gerçek düşman ortaya çıktığında, ikili yalnızca tanrılara değil, kaderin kendisine karşı savaşmak zorunda kalır. Aşk, fedakârlık ve ölümsüzlük arasındaki seçim, onların göklerdeki geleceğini belirleyecektir.
Japonya’da yeni kabul edilen bir tıp dalı olan genel pratisyenlik, yalnızca hastalıkların değil, insanın tüm yaşamının tedavisini hedefler. Bu alanın öncülerinden biri olan Tokushige Akira, hastalarını dikkatle dinleyen, onların yalnızca şikâyetlerini değil, hikâyelerini de önemseyen bir doktordur.
Akira, her gün farklı hayatlarla karşılaşır: işini kaybedip stresle baş edemeyen bir baba, sırlarını saklayan bir genç kız, uzun yıllar eşine bakmış ama kendi sağlığını ihmal etmiş bir anne… Her birinde, semptomların ardında gizlenen acılar ve söylenemeyen gerçekler vardır.
Onun yöntemi basittir ama derindir: dinlemek. Sessizce, empatiyle, sabırla dinlediğinde, hastaların çoğunun aslında iyileşmeye giden yolun kapısını kendi sözleriyle araladığını görür.
Hastalıkların yalnızca bedende değil, kalpte ve ruhta da kök saldığını bilen Tokushige Akira, bazen bir teşhis koymaktan çok daha fazlasını yapar: insanlara hayatlarına yeniden umutla bakabilmeleri için yol gösterir.
Bu dizi, tıp dünyasının alışılmış soğuk yüzünü değil, insanın hikâyelerine dokunan şefkatli bir doktorun bakışını anlatır. Her bölüm, farklı bir hastanın öyküsünü işlerken, Akira’nın kendi geçmişindeki yaralarıyla da yüzleşmesine tanıklık ederiz.
1980’lerin renkli ama bir o kadar da zor günlerinde, bir adamın kalbini sarsan ilk aşk hikâyesi, iki genç kadın otobüs rehberinin kaderleriyle kesişir.
Bir yanda hayat dolu, neşeli ve hayallerine sıkı sıkıya bağlı Ji-young, diğer yanda olgun, sorumluluk sahibi ama içinde kırılganlıklar taşıyan Mi-sook vardır. İkisi de otobüslerde yolculara rehberlik eden genç kadınlardır. Bir gün, tesadüfen aynı adamla yolları kesişir: saf, umut dolu ve ilk aşkını arayan Hyun-woo.
Hyun-woo’nun hayatına girmesiyle, bu üç gencin dünyası değişir. Ji-young ona aşkın heyecanını ve özgürlüğünü tattırırken, Mi-sook ona sadakatin, fedakârlığın ve derin bir sevginin ne demek olduğunu gösterir. Ancak Hyun-woo’nun kaderi, yalnızca birini seçmek değil, her iki kadının da hayatında unutulmaz bir iz bırakmaktır.
Arka planda ise 1980’lerin gençliğinin parıltısı vardır: diskolarda çalan şarkılar, renkli moda, ilk maaş heyecanı, hayallerle dolu günler… Hepsi kahkahalar, dostluklar ve gözyaşlarıyla harmanlanır.
1936 yılının çalkantılı Şanghay’ında, kader bir zamanlar ayrılmış iki eski çocukluk arkadaşını yeniden bir araya getirir. Biri, yeraltı dövüş turnuvalarında adını duyuran inatçı bir dövüşçü; diğeri ise ticarette ustalaşmış, görünürde lüks ve ihtişam içinde yaşayan bir iş adamıdır.
Yıllar önce dostlukları kopmuştur: farklı yollar seçmiş, farklı ideallere sarılmışlardır. Ancak yaklaşan fırtına ülkenin işgal tehdidi ve halkın baskı altındaki yaşamı onları yeniden aynı safta buluşturur.
İlk buluşmaları gergindir; güvensizlik, geçmişten kalan kırgınlıklar ve karşıt hayat tarzları onları karşı karşıya getirir. Fakat çok geçmeden, her ikisi de aynı vatansever amaç uğruna savaşmak zorunda olduklarını fark eder. Birlikte, Shanghai’ın arka sokaklarından yüksek sosyeteye kadar uzanan gizli operasyonlarda yer alır, düşmanlarla mücadele eder ve kendi içlerindeki çatışmaları aşmaya çalışırlar.
Bu yolculuk, yalnızca ülkeyi savunmak için verilen bir mücadele değil, aynı zamanda dostluğun yeniden doğuşu ve iki farklı kaderin tek bir amaçta birleşmesinin öyküsüdür.
Gençlik yıllarından yetişkinliğe uzanan yolculukta, iki yakın arkadaş arasında sıcaklık ve gizli bir gerilimle örülü bir bağ oluşur. Birlikte hayaller kurar, tartışır, sonra da hayatın farklı yönlere sürüklediği yetişkinler haline gelirler.
Yıllar sonra kader onları yeniden bir araya getirir. Arkadaşlardan biri ağır bir hastalıkla karşı karşıyadır ve diğerine tek bir ricada bulunur:
“Son günlerimde yanımda kalır mısın?”
Bu yeniden buluşma, sadece vedalaşmanın değil, geçmişle yüzleşmenin de kapısını aralar. Kahkahalarla hüzünlü anılar iç içe geçerken, ikisi de dostluklarının aslında ne kadar derin ve dönüştürücü olduğunu yeniden keşfeder.
Hikâye, ayrılıkla değil; hayatı kutlamanın, affetmenin ve sevginin en saf hâlini anlamanın öyküsüdür.
Dövüş sanatları romanlarına tutkuyla bağlı genç Xiao Mingming, bir gün kendini okuduğu hikâyelerden birinin içinde bulur. Artık o, romanın kahramanı Xiao Qiushui’dir. Yepyeni bir kurgusal dövüş sanatları dünyasında, genç ve idealist bir delikanlı olarak yolculuğa başlar.
Başlangıçta heyecanlı ama tecrübesiz olan Xiao Qiushui, çıktığı yolda dostluklar kurar, düşmanlarla yüzleşir ve hayatın zorluklarıyla olgunlaşır. Kimi zaman ihanete uğrar, kimi zaman da ummadığı destekçiler bulur. Her mücadele, hem dövüş yeteneklerini hem de karakterini şekillendirir.
Zamanla, sıradan bir hayalperest gencin; adalet, sorumluluk ve fedakârlıkla yoğrularak asil bir kahramana dönüşümünün hikâyesi anlatılır. Onun yolculuğu sadece kılıç ve yumruklarla değil, aynı zamanda kalbiyle verdiği sınavlarla da doludur.
Bir gün, süpermarketin hemen yanındaki apartman dairesinde bir ceset bulunur. Olay başta sıradan bir cinayet gibi görünse de, genç market çalışanı Dae-sung için işin içinde garip bir şeyler vardır. Polis araştırması yavaş ilerlerken, Dae-sung’un merakı ağır basar. Ona, her şeye burnunu sokmayı seven annesi ve meraklı sevgilisi Ah-hee de katılır.
Üçlü, katilin izini sürmek için marketin kayıtlarına ve müşterilerin fişlerine göz atmaya karar verir. İlk bakışta sıradan alışveriş listeleri gibi duran bu fişler, aslında cinayetin ardındaki gizemi çözebilecek küçük ipuçları taşımaktadır: alışılmadık saatlerde alınan ürünler, birbirine bağlanan alışveriş alışkanlıkları ve kimliği saklanan müşteriler…
Her fiş, onları farklı bir şüpheliye yönlendirirken, aynı zamanda aile bağlarını ve ilişkilerini de sınar. Dae-sung, annesinin kontrolcü tavırlarıyla; Ah-hee ise, Dae-sung’a olan güveniyle yüzleşmek zorunda kalır. Cinayetin ardındaki gerçek, düşündüklerinden çok daha yakındır ve sıradan bir market fişi, herkesi sarsacak karanlık bir sırrı açığa çıkaracaktır.
Bir oyun… sıradan görünen ama ölümcül sonuçlar doğuran bir oyun.
Gizemli bir zar masaya bırakıldığında, artık şansa yer yoktur; her atış hayatla ölüm arasındaki çizgiyi belirler.
Oyuncular, kazanmak için yalnızca zekâlarını ve cesaretlerini değil, birbirlerine olan güvenlerini de sınamak zorundadır. Ancak bu oyunda güvenmek, ihanete davetiye çıkarmak demektir. Her köşede yeni bir tuzak, her hamlede yeni bir kayıp bekler.
Hayatta kalmak için savaşacaklar, birbirlerini kandıracaklar ve en karanlık yönleriyle yüzleşecekler. Çünkü bu zar oyunu, yalnızca kazananı değil, kaybedeni de seçer.
Kore Yarımadası, barışın eşiğinde olduğu kadar kaosun da kıyısındadır.
Ülkenin kaderini değiştirecek bir saldırı, yıllar boyunca inşa edilen dengeyi yerle bir etmek üzeredir.
Seo Munju —uluslararası alanda saygı gören, keskin zekâsı ve stratejik becerileriyle tanınan bir diplomat, aynı zamanda eski ABD Büyükelçisi.
Sanho —kimsenin gerçek yüzünü bilmediği, sırlarla çevrili bir uluslararası özel ajan.
Farklı geçmişlerden gelen bu iki güçlü karakter, zamanla birbirlerine güvenmeyi öğrenerek, saldırının ardındaki komplonun merkezine inmeye çalışır. Ancak bulacakları gerçek, yalnızca ulusal güvenliği değil, aynı zamanda kendi hayatlarını da tehdit edecektir.