Bu dönem, çalışkan ve kuralcı Shane, öğretmenleri tarafından okulun en tembel ve flörtöz öğrencilerinden biri olan Kit’e ders vermekle görevlendirilir.
Shane için bu görev, sabır sınırlarını zorlayacak gibi görünse de, Kit’in umursamaz tavırlarının ardında sakladığı bambaşka bir dünyayla tanıştıkça işler değişir.
Bir yanda derslerle dolu ciddi bir program, diğer yanda Kit’in kuralları hiçe sayan, eğlenceli ve karizmatik dünyası…
İkili arasında gün geçtikçe büyüyen bir çekim oluşur.
Bu sırada, aşktan umudunu kesmiş olan Kim, kalbini çoktan kapatmışken okula yeni gelen gizemli öğrenci Mon ile karşılaşır.
İlk bakışta kalbine düşen o his, Kim’i bile şaşırtır.
Mon’un sakin ama derin bakışlarında gizlenen sıcaklık, Kim’in içindeki kırık parçaları onarmaya başlar.
İki ayrı hikâye, aynı okulun duvarları arasında şekillenirken; ilk aşkın masumiyeti, yeniden sevmenin cesareti ve kalp çarpıntılarının ritmi, bu dönemi unutulmaz kılacaktır.
Efsanelerle ve mistisizmle yoğrulmuş bir dünyada, geçmişten gelen öfkeyle yanıp tutuşan intikamcı bir ruh ile kadim güçlere bağlılık yemini etmiş adanmış bir şamanın yolları kesişir.
Bir zamanlar haksız yere kurban edilmiş olan bu ruh, karanlıkla beslenen lanetli bir varlığa dönüşmüştür.
Günümüz insanlarını cezalandırmakta kararlıdır. Ancak karşısına çıkan şaman, onun içindeki öfkenin ardında saklı olan acıyı görür.
Ruhun hikâyesi sadece kan ve lanetle değil, aynı zamanda aşk, ihanet ve kayıpla yazılmıştır.
Şaman, ruhu arındırmak için yola koyulurken, ikisi arasında beklenmedik bir bağ oluşur.
Zamanla, birbirlerinin dünyasında var olmayı öğrenirler: biri yeryüzüne kök salmış, diğeri öte alemin zincirleriyle bağlı.
Bu bağ, yalnızca bir kurtuluş umudu değil, aynı zamanda yasak bir aşkın kıvılcımı haline gelir.
Ancak kaderin kuralları acımasızdır.
Ruh, dünyada kalamaz; şaman ise onu tamamen kaybetmeden önce ya kurtuluş yolunu bulmalı ya da kalbinin en derin arzularını feda etmelidir.
Bu, aşkın en karanlık yüzlerle sınandığı, affetmenin en güçlü büyü olduğu bir hikâyedir.
Ruh kurtarılabilir mi, yoksa geçmişin gölgeleri aşkı da beraberinde mi sürükleyecek?
Bir adam, eski sevgilisinden beklenmedik bir teklif alır:
Sevgilisiyle birlikte üç kişilik bir evlilik.
İlk başta sadece sıra dışı bir fikir gibi görünen bu teklif, zamanla karmaşık duyguların, bastırılmış arzuların ve toplumsal yargıların ortasında üç kişiyi sınayacak bir ilişkiye dönüşür.
Kıskançlık, birlikte yaşamın görünmez çatlaklarını ortaya çıkarırken;
toplumun önyargıları, onların sevgi biçimini sorgulamalarına neden olur.
Her biri bu ilişkiye farklı beklentilerle girerken, samimiyet, sınırlar ve sadakat kavramları yeniden tanımlanır.
Dış dünyanın baskısına rağmen iç dünyalarındaki fırtınalar çok daha zorludur.
Bu üçlü bağ, yalnızca arzularla değil, açık iletişim, anlayış ve cesaretle ayakta kalabilir.
Ama her aşk, bu kadar ağır yükleri taşıyabilir mi?
Suikastçı Di Shiqi, kraliyet sarayına düzenlenen siyasi bir misyon bahanesiyle gizlice sızar.
Kimliğini gizleyerek prenses kılığına giren Di Shiqi, göz kamaştırıcı ihtişamın ardındaki sırları ortaya çıkarmak ve kendi gizli görevini tamamlamak üzere saraya adım atar.
Ancak planları, hiç hesaba katmadığı biriyle kesişir: Gizemli beşinci prens, Ouyang Shao.
Soğukkanlılığı ve mesafeli duruşuyla tanınan Ouyang Shao, sarayın en tehlikeli ama bir o kadar da çözülmesi güç figürlerinden biridir.
Di Shiqi’nin varlığı, onun merakını uyandırır. Di Shiqi ise bu beklenmedik ilgiden hem rahatsız olur hem de içten içe etkilenir.
Zamanla aralarında oluşan bağ, yalnızca bir çekim değil, iki yalnız ruhun birbirine sessizce dokunuşudur.
Ancak saray duvarları arasında gerçek duygulara yer yoktur. Görev, sadakat, ihanet ve geçmişin kanla yazılmış yükü; hepsi Di Shiqi'nin omuzlarında taşınır.
Ouyang Shao'nun da kendi sırları, kendi hesapları vardır.
Ve bu sırlar, onların yolunu ya birleştirecek… ya da karşı karşıya getirecektir.
Aşk ve görevin çatıştığı, maskelerin ardında gerçek kimliklerin saklandığı bir dünyada, bir prensle bir suikastçının yolları ne kadar kesişebilir?
Kangsadan, hayalleri olan, dünyaya umutla bakan genç bir kadındı.
Hayatı, her şeye pembe gözlüklerle bakan biri olarak sürüp giderken, tek gerçek aşkı olan Patsakorn’un hayatına girişiyle tüm renklerini yitirdi.
Patsakorn, ona asla unutamayacağı bir teklifte bulundu: annesinden kalan ve elinde kalan tek anı olan evi ona bırakması karşılığında metresi olmasını istedi.
Aşkı uğruna her şeyi göze alan Kangsadan, bu acımasız teklifi kabul etti.
Patsakorn, dışarıdan yakışıklılığı ve karizmasıyla dikkat çeken bir adam olsa da, iç dünyasında soğuk ve zalimdir.
Ailesinin varisi, büyük bir servetin tek mirasçısıdır.
Küçüklüğünden beri ona hayranlık duyan Kangsadan’ı hiçbir zaman ciddiye almaz, onu sadece hayatına katlanması gereken bir yük gibi görür.
Ancak zamanla, Kangsadan babası tarafından adeta evlat gibi benimsenince, Patsakorn’un içini kıskançlık ve nefret sarar.
Kızgınlığı sadece Kangsadan’a değil, onu kendinden uzaklaştıran ailesine de yönelmiştir.
İçinde büyüyen öfkeyle ailesini ve geçmişini terk eder.
Dört yıl sonra, Patsakorn geri döner — bu kez yakışıklı, başarılı ve acımasız bir iş adamı olarak. Tek bir amacı vardır: her şeyi geri almak.
Ve bu yolda ilk hedefi, kalbinde silinmeyen bir yara olarak duran Kangsadan olacaktır.
Bu, aşkın en karanlık yüzüyle sınandığı; sadakatin, intikamın ve ikinci şansların iç içe geçtiği bir hikâyedir.
Peki, kalbin gölgesiyle gelen intikam, bir zamanlar hissedilen gerçek sevgiyi silebilir mi?
2019 yılında büyük bir şehir hastanesinin yakınında meydana gelen korkunç bir patlama, sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda geçmişin karanlık kapılarını da yeniden aralar.
Patlamayla birlikte başlayan soruşturmada, ardında yalnızca bir sabotaj değil; yıllar boyunca işlenmiş, ustaca gizlenmiş bir dizi seri cinayet olduğu ortaya çıkar.
Ancak bu olay araştırıldıkça, tüyler ürpertici bir benzerlik gün yüzüne çıkar: 1984 yılında yaşanan ve kamuoyunda “Chimera Olayı” olarak bilinen esrarengiz cinayet serisi.
Yöntem, mesajlar ve kurban profilleri neredeyse aynıdır.
Zaman değişmiş olsa da, kötülüğün izi aynıdır.
İki dönem arasında köprü kurmak için özel bir soruşturma ekibi oluşturulur.
Ekipte yer alan genç bir kriminal profilleyici, deneyimli bir dedektif ve geçmişte Chimera Olayı’na tanıklık etmiş bir adli patolog; hem bugünü anlamaya hem de geçmişte gözden kaçan sırları açığa çıkarmaya çalışır.
Geçmişin hayaletleriyle yüzleşen bu ekip, sadece faili değil, aynı zamanda zaman içinde gömülü kalmış kişisel trajedileri, toplumsal suskunlukları ve adaletin zamanla nasıl erozyona uğradığını da keşfedecektir.
Çünkü bazı cinayetler yalnızca bir katilin işi değil; zamanın, sistemin ve sessizliğin ortak eseridir.
Saengtai, gereksiz konuşmalardan ve özellikle yabancılarla iletişim kurmaktan hoşlanmayan içine kapanık bir gençtir.
Kalabalıklar arasında sessizliği tercih eder, yalnızlığı ise bir kaçış değil, bir konfor alanı olarak görür.
Ancak onun sessizliğinin ardında fiziksel bir neden de vardır: yağmur yağdığında işitme kaybı yaşamasına neden olan sinirsel bir rahatsızlık.
Gökten damlalar düşmeye başladığında dünya onun için sessizliğe gömülür.
Fakat kader, Saengtai’ye tuhaf bir istisna sunar.
Yağmur her damladığında her sesi kaybetmesine rağmen, tek bir sesi net bir şekilde duymaya devam eder — kim olduğunu bilmediği, ama sesini tanıdığı o bir kişinin sesi.
Ne kadar mantıksız görünse de bu gizemli ses, yağmurlu günlerde onun tek bağlantısı olur dış dünyaya. Belki bir teselli, belki bir umut, belki de kaderin ona uzattığı görünmez bir eldir.
Saengtai, artık sadece nedenini değil, bu sesin sahibini de öğrenmek istemektedir.
Sessizliğin içindeki bu tek ses, onun kalbini uyandıracak mı? Yoksa bu da yalnızca geçici bir tesadüf mü olacak?
Li, Pakorn ve Pawin, Çinli tüccar bir ailenin üç sevgi dolu kardeşidir.
Küçüklüklerinden beri birbirlerine bağlı, birbirlerine kol kanat geren bu üçlü, her zorluğun üstesinden birlikte gelmiştir.
Ancak bu aile tablosunun altında derin yaralar gizlidir. Ortanca kardeş Pakorn, babaları Ko Beng tarafından hiçbir zaman diğerleri kadar sevilmemiştir.
Ekonomik durgunluğun yaşandığı bir dönemde dünyaya geldiği için "uğursuzluk" simgesi olarak görülür.
Buna karşılık en küçük kardeş Pawin, ticaretin toparlanmaya başladığı zamanda doğmuş, bu yüzden "ailenin uğurlu çocuğu" olarak yüceltilmiştir.
Zamanla kardeşler arasındaki sevgi sınavdan geçer. Bu değişimin temelinde iki önemli olay vardır:
İlki, aynı sokakta iş yapan bir ailenin kızı Rungtawan’ın hayatlarına girmesidir.
Her bir kardeşin hayatında farklı anlamlar taşıyan bu genç kadın, duygusal dengeleri alt üst eder.
İkincisi ise, Pakorn’un yanlışlıkla tanıştığı gizemli bir hırsız olan Asalha (ya da kısaca Ah)’tır.
Ah, Pakorn’u istemeden şiddet içeren bir suça bulaştırır ve bu olay, Pakorn’un hayatını kökten değiştirir.
Bir zamanlar birbirlerinin gözbebeği olan bu üç kardeşin ilişkisi, artık adaletin iki karşıt tarafında yer alan bir kanun kaçağı ile yeni yetme bir polis memuru arasında süregelen bir savaşa dönüşmüştür.
Kardeşlik, sadakat ve kader arasında sıkışıp kalan bu hikâyede, kan bağının mı yoksa seçilen yolun mu daha ağır bastığı sorgulanır.
Miyoshi Hayashi, sıradan olmaktan çok uzak, kendi dünyasında yaşayan, renkli ve tuhaf bir lise öğrencisidir.
Mantığa her zaman uymayan, ama kesinlikle eğlenceli olan fikirleriyle çevresindekileri sürekli şaşırtır.
Onu tanımlamak zor olsa da, açıklanamaz bir çekiciliğe sahiptir — ne kadar gizemli ve başına buyruk görünse de insanlar bir şekilde kendilerini onun etrafında bulurlar.
Hayashi, kendi hayat felsefesini şöyle özetler:
"Boşa harcayacak kadar bol zamanının olması, rahat bir hayatın işaretidir."
Bu rahat ve tasasız yaşam tarzını sürdürebilmek için zaman zaman ailesinin işlettiği restoranda çalışır, böylece hem küçük harcamalarını karşılar hem de özgürlüğünü korur.
Miyoshi'nin dünyası, mantığın sınırlarını zorlayan fikirlerle, bol kahkahalı anlarla ve beklenmedik dostluklarla doludur.
Ne zaman ne yapacağı belli olmayan bu genç, sıradanlığa karşı direnişin ve gençliğin özgür ruhunun canlı bir yansımasıdır.