
“İnsan hayatında iki kez ölür: İlk kez bedeni öldüğünde, ikinci kez ise hatıralardan silindiğinde.”
Bu söz, ölümün yalnızca biyolojik bir gerçeklikten ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal ve duygusal bir boyutu olduğunu hatırlatır. Birinci ölüm, kaçınılmazdır; bedenimizin zamanı dolduğunda herkesin yaşaması gereken doğal bir sondur. Ancak ikinci ölüm, yani unutulmak, daha derin ve çoğu zaman daha acı vericidir.
Çünkü insan, yalnızca bedeninden ibaret değildir. Düşünceleri, anıları, paylaştığı sevgiler ve iz bıraktığı ilişkilerle var olur. Bu yüzden hatırlanmak, bir anlamda ölümsüzleşmektir. Sevilen birini anımsamak, onun gidişini kabullenirken aynı zamanda onun ruhunu yaşatmanın en insani, en doğal yoludur.
Unutulmak ise sessiz bir yok oluşu simgeler. İnsan, bedenen toprağa karışsa da, adının anılmadığı, hikâyelerinin aktarılmadığı anda asıl varlığını kaybeder. Bu nedenle ölüme karşı en güçlü direniş, hatırlamak ve hatırlatmakla mümkündür.
Sevdiklerimizi yaşatmanın yolu, onların bizde bıraktığı izleri unutmamak, yeni nesillere aktarmak ve varlıklarını hafızamızda diri tutmaktır. Çünkü bir isim anıldıkça, bir anı paylaşıldıkça, bir gülümseme hatırlandıkça ikinci ölüm ertelenir ve hayat, görünmez bir bağla sürmeye devam eder.