Geçmiş yaşamında Chu Yu, aşkı uğruna her şeyi göze almıştı.
İmparatorluk tarafından belirlenen evliliğinden kaçarak Gu Chu Sheng için her şeyini riske atmış, ancak kader ondan acımasız bir bedel almıştı:
Yuvadan uzakta, yalnız ve pişmanlıkla dolu bir ölüm.
Fakat kaderin cilvesi, ona ikinci bir şans verir.
Chu Yu gözlerini yeniden açtığında on beş yaşındadır ve tarih tekerrür etmek üzeredir.
Yine aynı evlilik, yine aynı karar…
Ama bu kez, geçmiş hatalarını tekrarlamayacaktır.
Kaderini değiştirmeye kararlı olan Chu Yu, herkesin lanetli saydığı Wei Ailesi ile evlenmeyi seçer. Bu karar, çevresindekiler tarafından delilik olarak görülür; çünkü Wei ailesinin genç varisi Wei Yun, “ölüm getiren çocuk” olarak anılmaktadır.
Oysa Chu Yu gerçeği bilmektedir bir gün Wei Yun, “Yaşayan Yama” olarak yükselecek, tüm ülkenin korktuğu ama aynı zamanda hayran olduğu bir savaş efendisi olacaktır.
Bu bilgiyle, Chu Yu kendi kaderini yeniden yazmaya yemin eder.
Wei ailesini çöküşten kurtaracak, Wei Yun’un yanında duracak ve onun kader ortağı olacaktır.
Ancak geçmişteki trajedilerin gölgesi hâlâ peşindedir…
İhanet, savaş ve tutkunun iç içe geçtiği bu hikâyede Chu Yu, yalnızca bir eş değil; ailesinin efsanesi haline gelir.
Ve sonunda herkesin söylediği şu söz gerçeğe dönüşür:
“O, Wei ailesinin en büyük hanımı…
…ve onların yeniden doğuşunun nedeni.”
18 yaşına girmek üzeresiniz.
Kendinize güveniniz yok, aileniz sizi anlamıyor ve dünyadaki yerinizi bulamıyorsunuz.
Ne yaparsınız?
Çoğu insan gibi, günlerini odasında geçirip test kitaplarına gömülerek “hayatın ne zaman gerçekten başlayacağını” merak edebilirsiniz.
Ama Song U Yeon için işler biraz farklı gelişir.
Utangaç, sıradan ve biraz da beceriksiz bir lise öğrencisi olan U Yeon, bir gün tesadüfen karşısına çıkan “Spirit Fingers” adında tuhaf bir sanat kulübüne davet edilir.
Kulüp üyeleri, alışılmışın dışında tiplerdir renkli saçlı, eksantrik, abartılı ve tamamen özgür ruhludur. Onlarla tanışmak, U Yeon’un hayatında yepyeni bir sayfa açar.
Kendini sürekli başkalarıyla kıyaslayan ve “yeterince iyi” olmadığını düşünen U Yeon, bu sıradışı grubun arasında yavaş yavaş kendi sesini bulmaya başlar. Renklerin, çizgilerin ve dostluğun içinde; güzelliğin mükemmel olmaktan değil, kendin olmaktan geçtiğini öğrenir.
Ama büyümek kolay değildir özellikle de başkalarının beklentilerini değil, kendi hayalini takip etmeye karar verdiğinde.
“Spirit Fingers”, gençliğin kırılganlıklarını, özgüven arayışını ve kendini keşfetmenin renkli sancılarını anlatan, sıcak, duygusal ve ilham verici bir hikâye.
Renklerin, dostluğun ve özgürlüğün dans ettiği bu dünyada, herkesin kendi tonunu bulma zamanı geliyor.
Her şey yolundaydı aşk, iş, hayat...
Ta ki o gün gelene kadar.
Miyata Aiko, küçük ama zarif bir giyim mağazasında çalışan genç bir kadındır. Anne ve babasını genç yaşta kaybetmiş olsa da, nazik ablası Saeko ve çocukluk arkadaşı, artık başarılı bir doktor olan Yoshimura Yuma sayesinde yaşamını yeniden dengeye oturtmuştur. Aiko, Yuma ile gizli bir ilişki yaşamaktadır. Yıllardır bastırdığı duygular nihayet karşılık bulmuş, hayat ona uzun süredir hissetmediği bir huzuru getirmiştir.
Ancak 25. doğum günü yaklaşırken, Aiko’nun içinde sessiz bir heyecan vardır acaba Yuma ona evlenme teklif edecek midir?
Fakat kader, ona bambaşka bir sürpriz hazırlamıştır.
Bir akşam eve dönerken, Aiko karanlık bir merdivenden aşağı itilerek bilincini kaybeder. Gözlerini açtığında artık hiçbir şey eskisi gibi değildir:
Yuma, Saeko ile evlidir.
İşi, itibarı ve hayalleri bir anda elinden alınmıştır.
Kafasındaki soruların arasında boğulan Aiko, kimin dost, kimin düşman olduğunu ayırt edemez hale gelir. Yaşadığı bu kabusun ardında, görünenden çok daha karanlık bir gerçeğin bastırılmış kıskançlıkların, yalanların ve gizli arzuların saklandığını fark eder.
Artık Aiko’nun tek bir amacı vardır:
Gerçeği bulmak.
Kendini kurtarmak.
Ve kimsenin görmediği o “günü” yeniden hatırlamak.
“Sessiz Düşüş”, masum bir aşk hikâyesinin, ihanetle gölgelenen karanlık bir intikam masalına dönüşümünü anlatan gerilim dolu bir dram.
Aşkın, güvenin ve hafızanın sınırlarını zorlayan bu hikâye, “mutlu son”un her zaman en masum olana ait olmadığını hatırlatıyor.
Bir zamanlar elinde her şey vardı başarı, aile, statü…
Ama Kim Nak Su, tüm bunları kaybettiğinde, geriye kalan tek şeyin kendisiyle yüzleşme cesareti olduğunu fark etti.
25 yıllık satış deneyimiyle, iş dünyasında “dokunduğunu altına çeviren adam” olarak tanınan Kim Nak Su, kariyerinin zirvesindedir. Her terfiyi kazanmış, rakiplerini geride bırakmış, Seul’de lüks bir dairede ailesiyle konforlu bir hayat kurmuştur. Ancak zamanla bu başarılar, içini doldurmayan bir kabuğa dönüşür.
Toplantılar, rakamlar, hedefler…
Her şey anlamını yitirirken, evliliği de sessizce çatırdamaya başlar.
Bir gün, iş yerinde yaşanan bir kriz her şeyi altüst eder. Yıllardır parçası olduğu sistem, bir anda onu dışarı atar. Artık ne maaşı vardır, ne unvanı, ne de kendine biçtiği rol.
Elinde yalnızca bir sırt çantasıyla çıktığı bu uzun yolculuk, onun yeniden doğuşunun başlangıcı olur. Yolda karşılaştığı insanlarla, hiç bilmediği bir dünyanın kapıları açılır. Para ya da başarıyla değil, insan olmanın sıcaklığıyla tanışır yeniden.
“Satıştan Sonra Hayat”, mutluluğun satın alınamayacağını hatırlatan, kaybolmuş bir adamın yeniden kendini bulma öyküsü.
Gözyaşlarıyla kahkahaların iç içe geçtiği bu içten yolculuk, herkesin kendi hayatında bir “yeniden başlama” noktası bulacağı bir hikâyeyi anlatıyor.
“Bazen her şeyi kaybetmek, aslında en değerli olanı bulmanın tek yoludur.”
Kurisu Eiji, prensiplerine sıkı sıkıya bağlı, titiz ve dürüst bir vergi muhasebecisidir. Babası gibi çalışkan bir profesyonel olmayı hedeflemiş, onun kurduğu küçük ofisi bir gün devralma hayaliyle büyümüştür. Genç yaşta babasının izinden giderek, büyük bir vergi danışmanlık firmasında işe girer ve kısa sürede yeteneğiyle dikkat çeker.
Ancak başarıyla örülü kariyeri, beklenmedik bir olayla sarsılır. Eiji’nin dürüstlüğü, büyük bir şirketin yasa dışı vergi kaçırma girişimini açığa çıkarınca, kendi firması tarafından susturulmak istenir. Mesleki inançlarıyla idealleri arasında sıkışan Eiji, hayal kırıklığı içinde işinden ayrılır ve babasının ofisine geri dönmeyi düşünür.
Tam bu sırada, kader onu at yetiştiricisi ve eski yarışçı Sanno Kozo ile karşılaştırır. Kozo, dürüstlüğü ve adaletiyle tanınan, ama geçmişteki bir skandal yüzünden sektör dışına itilen bir adamdır. Kozo’nun inatçı yaşam azmi ve özgür ruhu, Eiji’nin içindeki sönmek üzere olan adalet duygusunu yeniden alevlendirir.
İkilinin yolları kesiştikçe, Eiji hem muhasebe dünyasının gri yüzüyle hem de kendi vicdanının hesap defteriyle yüzleşir. Bu beklenmedik dostluk, Eiji’ye paranın ve rakamların ötesinde bir değer öğretir: insan onuru ve yeniden başlamanın cesareti.
“Bazı hesaplar sadece defterde değil, kalpte de kapanır.”
“Askere dönüşen bir adam ve bir ruha dönüşen bir kadın… kaderin birbirine düşman ettiği iki kalp.”
Efsanelere göre, Wangquan Fu Gui, “Askerî Silah” lakabıyla tanınan, sayısız savaşın kaderini değiştirmiş bir savaşçıdır. Soğukkanlılığı ve sarsılmaz gücüyle tanınan Fu Gui, bir savaş alanında karşılaştığı gizemli bir ruh Qing Tong tarafından kurtarılır. Qing Tong, bin yıl boyunca unuttuğu geçmişini arayan küçük bir ruhtur; bir zamanlar bir insandı, ama hangi günahı yüzünden bu hâle geldiğini bilmemektedir.
Fu Gui ve Qing Tong’un yolları kesiştiğinde, birbirlerinin kalbinde hiç bilmedikleri bir boşluğu doldururlar. Ancak insanlar ve ruhlar arasındaki sınır, onların aşkını bir lanete dönüştürür. Fu Gui, emir gereği ruh dünyasına saldırmak zorunda kalırken, Qing Tong’u yok etmesi emredilir.
Her kılıç darbesi, Fu Gui’nin kalbinde bin ok gibi saplanır; Qing Tong’un gözyaşları ise ruh dünyasının kaderini değiştirir.
Onların aşkı, ne tamamen insanlara ne de ruhlara aittir sadece acının, fedakârlığın ve imkânsız bir sevdanın yankısıdır.
“Eğer kalbimi bin kez delseler bile… seni hatırlamaktan asla vazgeçmem.”
Güney Kore’nin 80 yıllık en köklü fırını Myungsoondang, geleneksel lezzetleriyle tanınırken modern dünyaya ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Ailenin tek oğlu ve dördüncü nesil varisi Kim U Ju, babasının ölümünün ardından markayı yeniden canlandırmak için kolları sıvar. Mükemmeliyetçi, soğukkanlı ve kontrol manyağı bir pazarlama lideridir. Mantığıyla hareket eden U Ju için başarı, duygulardan çok daha önemlidir.
Ancak hayat, plan yapmayı seven insanların en çok korktuğu şeyi yapar beklenmedik bir sürpriz sunar.
U Ju, iş birliği yaptığı tasarım firmasında çalışan Yoo Me Ri ile tanışır.
Me Ri, yaratıcı olduğu kadar patlamaya hazır, duygusal bir karakterdir; estetik anlayışı kadar öfke nöbetleriyle de ünlüdür.
Bir kira dolandırıcılığı yüzünden evsiz kalan Me Ri’nin elinde, “yeni evli çiftlere özel şehir evi” ödülünü korumanın tek yolu kalmıştır: evli görünmek.
Kaderin garip bir oyunu sonucu, sahte eş rolü için uygun görülen kişi, eski nişanlısıyla aynı isme sahip hatta tamamen başka biri olan Kim U Ju olur.
Başta tamamen çıkar ilişkisine dayanan bu “sahte evlilik”, kısa sürede gerçek duygularla karışır.
Birlikte yaşamaya mecbur kalan ikili, her sabah taze ekmek kokusunun, geçmiş acılarını unutturabileceğini fark eder.
Ama aile sırları, rekabet ve medyanın baskısı arttıkça, Me Ri ve U Ju’nun “gerçek bir çift” olup olamayacağı sorusu, en tatlı sınavlarına dönüşür.
Zorlu bir doğumun ardından Jiang Rong derin bir komaya girer. Gözlerini yeniden açtığında, taht entrikalarıyla dolu sarayda dul bir imparatoriçe olarak uyanır kollarında ise kimliğini bilmediği babadan doğan bir bebek vardır.
Ancak imparator öleli çok olmuştur ve dul bir kadının doğum yapması, imparatorlukta en büyük tabulardan biridir.
Bu durum yalnızca skandal değil, ölümle cezalandırılacak bir suç anlamına gelir.
Kendi hayatını ve oğlunun geleceğini korumak için, Jiang Rong’un yapabileceği tek şey vardır:
Gerçeği saklamak.
Ama saray duvarları fısıltılarla doludur.
Üç adam imparatorun soğukkanlı danışmanı, asi general ve sadık saray doktoru bebeğin babası olabileceği yönündeki söylentilerin merkezindedir.
Jiang Rong ise gerçeğe ulaşmak için bu üç adamın kalbine, geçmişine ve yalanlarına dalmak zorundadır.
Her biriyle kurduğu ilişki, aşk, ihanet ve kaderin garip bir oyununa dönüşür.
Sarayın karanlık köşelerinde komediyle karışık romantik bir kedi-fare oyunu başlar.
Ve sonunda Jiang Rong’un anlaması gereken tek şey şudur:
Kimin baba olduğu değil, kimin gerçekten yanında kalacağı önemlidir.
Tilki iblisi kadar zeki olmasıyla ün salan Tang Li Ci, sakin ve güven veren tavrının ardında buz gibi bir zihin taşır.
Soğukkanlılığıyla tanınır, ama göğsünde atan kalp karnına gömülü o lanetli organ ölümcül bir sır saklamaktadır.
Bir zamanlar öğrencisi olarak gördüğü kardeşi Liu Yan, kendi klanına ihanet edip kanlı bir katliam gerçekleştirdiğinde, Tang Li Ci bir kez daha Jianghu’nun karanlık labirentine çekilir.
Artık dostla düşman, hakikatle yalan birbirine karışmıştır.
Bu kaosun ortasında, gizemli manipülatör Gui Mu Dan (Hayalet Şakayık) perde arkasından ipleri elinde tutar.
Onun planı basittir: tüm dövüş sanatları topluluğunu birbirine düşürüp, Jianghu’yu kendi kontrolüne almak.
Ama en büyük tehdit, Yin Yang Ustası’nın ortaya çıkmasıyla belirir o, Tang Li Ci’nin “Cennet ve Dünya Bir Arada” bedenini ele geçirip ölümsüzlüğe ulaşmak istemektedir.
Tang Li Ci artık sadece düşmanlarıyla değil, kendi kaderiyle de savaşmak zorundadır.
Seçilmiş kurban olarak yazılan kaderine karşı gelmeli, hem bedeninin hem ruhunun zincirlerini kırmalıdır.
Fakat her zeka bir bedel öder ve bazen en büyük plan, insanın kendine karşı kurduğu tuzaktır.
Göz teması kurmaktan korkan, içine kapanık bir dâhi çikolatacı…
Ve dokunmaktan acı çeken, zengin ama yalnız bir vâris…
İki kırık ruh, tesadüfen bir çikolata dükkânında karşılaşır.
Onları ayıran şey, aslında birbirlerine en çok benzeyen yanlarıdır: temas edememek.
O, başkalarının bakışlarından kaçarken duygularını sadece tatla ifade eder her çikolata, onun söyleyemediği bir cümledir.
O ise çocukluğundan beri insan dokunuşuna karşı hassasiyet geliştirmiştir; bir el sıkışması bile kalbinde fırtına koparır.
Ancak bir şekilde, bu iki korku birbirine işlemez.
Yan yana durduklarında, ne gözler acıtır, ne ten yanar.
Sanki dünya bir anlığına sessizleşir ve yalnızca kakao kokusu konuşur.
Yavaş yavaş, çikolatanın tatlılığıyla duvarlar erimeye başlar.
İkisi de fark eder ki bazen en derin yaralar, en yumuşak dokunuşlarla iyileşir.
“Tatlı Korkular”, insan temasının gücünü, korkunun ardındaki şefkati ve aşkın en narin hâlini anlatan romantik bir hikâye.