Her dava kazanılmaz. Hatta bazıları daha başlamadan kaybedilmiştir. Ama CEO Shin için asıl mesele kazanmak değil, insanları uçurumun kenarından çekip almaktır.
Shin, alışılmışın dışında yöntemler kullanan, sivri dilli ama derin empati yeteneğine sahip bir arabulucu ve danışmandır. Ona başvuranların çoğu, mahkemede %0 şansa sahip davalara ya da hayatın en umutsuz çıkmazlarına sıkışmış kişilerdir.
Bir işçi, haksız yere kovulduğu halde kanıt bulamaz.
Bir yaşlı çift, miras yüzünden evlatlarıyla karşı karşıya gelir.
Bir genç, büyük bir şirketle tek başına mücadele etmeye kalkar.
Normal şartlarda hiçbirinin galip gelme şansı yoktur. Ama CEO Shin, zekâsı, keskin gözlemleri ve bazen de alaycı mizahıyla, bu davaları mahkemeye taşımadan çözer; anlaşmazlıkları farklı yollarla sonuçlandırır.
Tabii Shin’in kendi hayatı da göründüğü kadar parlak değildir. Geçmişinde sakladığı bir travma, onu sürekli “uçurumun kenarındaki insanları kurtarmaya” iter. Her vakada, aslında kendi yaralarını da tedavi etmeye çalışır.
Dizi, hem duygusal anlarla izleyiciyi düşündürür hem de absürt mizahıyla kahkaha attırır. Sonuçta bazen hayatın en umutsuz noktalarında bile, küçük bir arabuluculuk mucizesi mümkündür.
1980’lerin renkli ama bir o kadar da zor günlerinde, bir adamın kalbini sarsan ilk aşk hikâyesi, iki genç kadın otobüs rehberinin kaderleriyle kesişir.
Bir yanda hayat dolu, neşeli ve hayallerine sıkı sıkıya bağlı Ji-young, diğer yanda olgun, sorumluluk sahibi ama içinde kırılganlıklar taşıyan Mi-sook vardır. İkisi de otobüslerde yolculara rehberlik eden genç kadınlardır. Bir gün, tesadüfen aynı adamla yolları kesişir: saf, umut dolu ve ilk aşkını arayan Hyun-woo.
Hyun-woo’nun hayatına girmesiyle, bu üç gencin dünyası değişir. Ji-young ona aşkın heyecanını ve özgürlüğünü tattırırken, Mi-sook ona sadakatin, fedakârlığın ve derin bir sevginin ne demek olduğunu gösterir. Ancak Hyun-woo’nun kaderi, yalnızca birini seçmek değil, her iki kadının da hayatında unutulmaz bir iz bırakmaktır.
Arka planda ise 1980’lerin gençliğinin parıltısı vardır: diskolarda çalan şarkılar, renkli moda, ilk maaş heyecanı, hayallerle dolu günler… Hepsi kahkahalar, dostluklar ve gözyaşlarıyla harmanlanır.
Bir gün, süpermarketin hemen yanındaki apartman dairesinde bir ceset bulunur. Olay başta sıradan bir cinayet gibi görünse de, genç market çalışanı Dae-sung için işin içinde garip bir şeyler vardır. Polis araştırması yavaş ilerlerken, Dae-sung’un merakı ağır basar. Ona, her şeye burnunu sokmayı seven annesi ve meraklı sevgilisi Ah-hee de katılır.
Üçlü, katilin izini sürmek için marketin kayıtlarına ve müşterilerin fişlerine göz atmaya karar verir. İlk bakışta sıradan alışveriş listeleri gibi duran bu fişler, aslında cinayetin ardındaki gizemi çözebilecek küçük ipuçları taşımaktadır: alışılmadık saatlerde alınan ürünler, birbirine bağlanan alışveriş alışkanlıkları ve kimliği saklanan müşteriler…
Her fiş, onları farklı bir şüpheliye yönlendirirken, aynı zamanda aile bağlarını ve ilişkilerini de sınar. Dae-sung, annesinin kontrolcü tavırlarıyla; Ah-hee ise, Dae-sung’a olan güveniyle yüzleşmek zorunda kalır. Cinayetin ardındaki gerçek, düşündüklerinden çok daha yakındır ve sıradan bir market fişi, herkesi sarsacak karanlık bir sırrı açığa çıkaracaktır.
Bir yanda duygularını asla belli etmeyen, disiplinli ve mesafeli iş adamı He Qiaoyan…
Diğer yanda, gülümsemesiyle etrafına ışık saçan, sıcak kalpli çocuk psikoloğu Qin Yiyue…
İkisi, Qiaoyan’ın küçük oğlunun desteğe ihtiyaç duymasıyla tanışır. Başlangıçta yalnızca profesyonel bir ilişki kuran bu iki zıt karakter, zamanla birbirlerinin hayatına dokunmaya başlar.
Qin Yiyue’nun şefkati, Qiaoyan’ın kalbindeki buzları yavaş yavaş eritir. Qiaoyan’ın güçlü ama kırılgan yanları ise Yiyue’ye hiç beklemediği bir güven duygusu kazandırır. İş ilişkisi, dostluğa; dostluk ise kaçınılmaz biçimde aşka dönüşür.
Tüm hayatı boyunca bir erkek kılığına bürünmek zorunda kalan genç bir Joseon kadını, kaderin cilvesiyle kendini sarayın kapılarında bulur. Kadın olduğunu gizleyerek, kraliyet sarayında harem ağası olarak görev yapmaya başlar. Sarayın ihtişamlı duvarları ardında, entrikalar, gizli ittifaklar ve acımasız güç mücadeleleri hüküm sürerken, onun en büyük sırrı her an açığa çıkma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Tam da bu gizemli dünyanın ortasında, veliaht prens ile yolları kesişir. Önceleri mesafeli ve kuşkulu başlayan karşılaşmalar, zamanla derin bir güvene, ardından da anlatılamaz bir bağa dönüşür. İki farklı kader, imkânsızlıklarla çevrili bir sarayda birbirine dokunmaya başlar. Ancak her yakınlaşma, hem genç kadının sırrını hem de prensin geleceğini büyük bir riske atmaktadır.
Bir kadın, kimliğini gizleyerek hayatta kalmaya çalışırken; bir prens, kalbini ve tahtını korumak zorundadır. Peki, yasaklarla dolu bu sarayda aşkın kıvılcımı yeşerebilir mi?
Kurnaz kötüler, sinsice kurulan tuzaklar ve sessizce acı çeken kurbanlarla dolu karanlık bir dünyada üç sıra dışı dolandırıcı, açgözlülüğün pençesine karşı kendi yöntemleriyle mücadele ediyor. Onların tek kuralı var: yalnızca kötülerden çalmak. Ne kişisel intikam peşindeler ne de masumları hedef alıyorlar. Onlar için suç, zekâ ve cesaretle oynanan bir oyun; adalet ise çoğu zaman sahnelenmiş, zekice planlanmış bir numara.
Bu dünyanın merkezinde, “Özgüven Kraliçesi” lakabıyla tanınan, keskin zekâsı ve karizmatik liderliğiyle dikkat çeken Yi-rang var. O, her hamlesini bir satranç ustası gibi hesaplayan, rakiplerini daha ilk hamlede alt etmeyi bilen bir lider. Yanında yılların tecrübesiyle soğukkanlılığını hiç kaybetmeyen, planlarını en ince ayrıntısına kadar kusursuzlaştıran profesyonel James bulunuyor. Ekibin üçüncü halkası ise sıradan gibi görünen ama gizli yetenekleriyle herkesi şaşırtan Gu-ho. Saf görünümlü, içine kapanık halleriyle düşmanlarını kandırırken, ekibin en beklenmedik kozu haline geliyor.
Onların dünyasında hiçbir şey göründüğü gibi değil. Gördüğünüze güvenmeyin, çünkü her bakışın ardında başka bir plan gizli olabilir. Ve asla unutmayın: Bir dolandırıcıya asla kanmayın.
Aşk, gençliğin en saf ve en heyecanlı duygusu…
Bu müzikal drama serisi, altı farklı gençlik aşkı hikâyesini bir araya getiriyor. Her hikâye bambaşka, ama hepsi kalplere dokunan aynı masumiyetle dolu.
Kimi, ders aralarında gizli bakışlarda başlar.
Kimi, müziğin ritminde kendine yol bulur.
Kimi ise en büyük kavgalardan doğan en güzel hislere dönüşür.
Bu hikâyelerde ilk buluşmaların heyecanını, kalbin hızla çarpmasını, yanlış anlaşılmaların yarattığı tatlı kırgınlıkları ve ilk aşkın unutulmaz masumiyetini hissedeceksiniz.
“Altı farklı aşk, tek bir melodi: gençliğin kalp atışı.”
1980’lerin hızlı değişen Güney Kore’sinde, toplum baskısı ve sansür duvarları yükselirken, sinema yeni bir döneme giriyordu.
Ünlü bir film yıldızı olan Han Ji-won, kariyerini korumakla sanatını özgürce icra etmek arasında sıkışıp kalmıştır. Bir gün, tartışmalı ve kışkırtıcı bir yapım olan “Madame Aema” için teklif alır. Bu film yalnızca sinemada değil, toplumun değerlerinde de devrim yaratma potansiyeline sahiptir.
Filmde ona eşlik edecek olan genç ve idealist oyuncu Seo Min-ho, sektöre yeni adım atmıştır. Min-ho için bu film, kariyerinde bir dönüm noktası olabileceği gibi, hayatını mahvedebilecek bir skandalın da başlangıcıdır.
Çekimler ilerledikçe ikili, yalnızca kamera önünde değil, kamera arkasında da büyük bir mücadele vermek zorunda kalır:
Sansür Kurulu’nun yasak tehditleri,
Yapımcıların bencil ve yozlaşmış talepleri,
Erkek egemen endüstrinin kadınları araçsallaştıran bakış açısı…
Han Ji-won, kendi özgürlüğünü ve sanatını korumak için direnirken, Min-ho da bu dünyada kendi yolunu bulmaya çalışır. Çekim süreci ikisini hem birbirine yaklaştırır hem de onları toplumun en sert eleştirilerinin hedefi hâline getirir.
“Madame’nin Gölgesi”, yalnızca bir filmin çekim sürecini değil;
⭐ Sanat uğruna verilen bedeli,
⭐ Kadınların sinemada var olma mücadelesini,
⭐ Ve aşk ile özgürlüğün iç içe geçtiği bir dönemin ruhunu gözler önüne serer.
Genç yaşta yıldızı parlayan ve ülkenin en gözde oyuncularından biri olan Lina Yü, henüz 24 yaşındayken "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazanan en genç oyuncu unvanını elde eder. Kırmızı halılarda fırtına gibi esen, her projesi izlenme rekorları kıran Lina, kariyerinin zirvesindedir. Ancak ödül gecesinden yalnızca birkaç gün sonra, beklenmedik bir trafik kazası geçirir.
Gözlerini açtığında kendini tanımadığı bir evde, tanımadığı aynada ve en garibi de 25 yıl sonrasında bulur. Artık yıl 2050'dir… Ve Lina Yü'nün adı hâlâ magazin haberlerinde geçmektedir—ama "eski yıldız", "bir dönemin parlayan ismi" gibi unvanlarla.
Daha da ilginci, artık 49 yaşında olması gerekirken hâlâ 24 yaşındaki haliyle görünmektedir. Herkes onun ya bir android, ya da bir sahtekâr olduğunu düşünür. Lina ise hem zaman atlamasının gizemini çözmeye hem de bu yabancı gelecekte bir yer edinmeye çalışır.
Bu sırada karşısına çıkan Chen Rui, yakışıklı ama alaycı bir teknoloji girişimcisidir. Aynı zamanda Lina'nın geçmişte, yani kendi zamanında, oynadığı bir dizinin büyük bir hayranıdır! Ancak Chen Rui'nin bilmediği şey, hayran olduğu oyuncunun karşısında, genç ve canlı haliyle durduğudur…
Başta sürekli birbirleriyle didişseler de zamanla birlikte geçirdikleri komik ve absürt olaylar ikilinin arasındaki bağı güçlendirir. Lina, Rui’nin yardımıyla geleceğin kurallarına uyum sağlamaya çalışırken, Rui de Lina sayesinde kalbini yeniden açmayı öğrenir.
Lina'nın geçmişe dönme umudu ile gelecekte yeni bir hayat kurma arzusu arasında kalması, ilişkilerini daha da karmaşık hale getirir. Bir yandan kimliğini saklamaya çalışırken diğer yandan kalbini Chen Rui’ye kaptırması, içinden çıkılması zor, bol kahkahalı ve bol romantik bir serüvene dönüşür.
Ama asıl soru şudur:
Lina geçmişine geri dönecek mi, yoksa kalbini bulduğu bu gelecekte mi kalacak?
Bir zamanlar okulunun basketbol takımının kaptanı olan genç bir adam, aniden çok farklı bir dünyada kendini bulur. Özellikle sporcu kimliğiyle tanınan bu genç, okulun erkek voleybol takımına katılmaya zorlanır. Ancak bu takım, toplumun genellikle dışladığı queer bireylerden oluşmaktadır.
Başlangıçta, takımın içinde bulunduğu ortamı ve oyuncularını anlamakta zorlanan genç, zamanla onları tanıdıkça bu yeni takıma uyum sağlamaya başlar. Bir yandan kendi kimliğiyle yüzleşirken, diğer yandan takım arkadaşlarının destekleyici tutumları ve cesur yaşam tarzları onu derinden etkiler.
Genç adam, bu süreçte sadece sporla değil, aynı zamanda kendisiyle ve toplumun ön yargılarıyla da mücadele etmek zorunda kalır.