Baek Do Ha ve Baek Do Yeong, kan bağıyla birbirine bağlı ama kaderin ayırdığı iki kardeştir.
Çocukluklarında ebeveynlerinin boşanmasının ardından, Do Ha annesiyle birlikte Amerika’ya, Do Yeong ise babasıyla Kore’ye yerleşmiştir.
Ancak her yaz, Do Ha’nın Kore’ye 21 günlüğüne gelişiyle, kardeşlerin yolları yeniden kesişir.
Her yaz aynı ev, aynı semt ve aynı yüzler…
Ve o yüzlerden biri Song Ha Gyeong.
Komşu kız, çocukluk arkadaşları, ikizlerin en yakın dostu… ve Do Ha’nın farkında bile olmadığı, sessiz bir aşka kapılan genç kadın.
Yıllar boyunca Ha Gyeong, yalnızca yaz mevsiminde gelen bu misafire duygularını söyleyemeden büyür.
Onlar için zaman, sadece 21 gün sürer her defasında yeniden başlamak ve yeniden ayrılmak için.
Aradan yıllar geçer.
Do Ha artık yetenekli bir mimar, Ha Gyeong ise kamu sektöründe çalışan idealist bir meslektaştır.
Ancak iki yıl önce yaşanan bir olay, onların kaderini bir daha geri dönülmez şekilde değiştirir.
Artık ne yazlar eskisi gibidir, ne de birbirlerine duydukları hisler aynı kalabilir.
“Yirmi Bir Gün”, mevsimlerle sınırlı bir gençlik bağının, yıllar sonra bastırılamayan bir aşka dönüşümünü anlatan dokunaklı bir hikâye.
Kardeşlik, aşk ve pişmanlık arasında sıkışan üç kalbin, geçmişle hesaplaşma ve yeniden başlamaya cesaret etme öyküsü.
Çünkü bazı duygular, sadece bir yazın değil bir ömrün yankısıdır.
18 yaşına girmek üzeresiniz.
Kendinize güveniniz yok, aileniz sizi anlamıyor ve dünyadaki yerinizi bulamıyorsunuz.
Ne yaparsınız?
Çoğu insan gibi, günlerini odasında geçirip test kitaplarına gömülerek “hayatın ne zaman gerçekten başlayacağını” merak edebilirsiniz.
Ama Song U Yeon için işler biraz farklı gelişir.
Utangaç, sıradan ve biraz da beceriksiz bir lise öğrencisi olan U Yeon, bir gün tesadüfen karşısına çıkan “Spirit Fingers” adında tuhaf bir sanat kulübüne davet edilir.
Kulüp üyeleri, alışılmışın dışında tiplerdir renkli saçlı, eksantrik, abartılı ve tamamen özgür ruhludur. Onlarla tanışmak, U Yeon’un hayatında yepyeni bir sayfa açar.
Kendini sürekli başkalarıyla kıyaslayan ve “yeterince iyi” olmadığını düşünen U Yeon, bu sıradışı grubun arasında yavaş yavaş kendi sesini bulmaya başlar. Renklerin, çizgilerin ve dostluğun içinde; güzelliğin mükemmel olmaktan değil, kendin olmaktan geçtiğini öğrenir.
Ama büyümek kolay değildir özellikle de başkalarının beklentilerini değil, kendi hayalini takip etmeye karar verdiğinde.
“Spirit Fingers”, gençliğin kırılganlıklarını, özgüven arayışını ve kendini keşfetmenin renkli sancılarını anlatan, sıcak, duygusal ve ilham verici bir hikâye.
Renklerin, dostluğun ve özgürlüğün dans ettiği bu dünyada, herkesin kendi tonunu bulma zamanı geliyor.
Bir zamanlar elinde her şey vardı başarı, aile, statü…
Ama Kim Nak Su, tüm bunları kaybettiğinde, geriye kalan tek şeyin kendisiyle yüzleşme cesareti olduğunu fark etti.
25 yıllık satış deneyimiyle, iş dünyasında “dokunduğunu altına çeviren adam” olarak tanınan Kim Nak Su, kariyerinin zirvesindedir. Her terfiyi kazanmış, rakiplerini geride bırakmış, Seul’de lüks bir dairede ailesiyle konforlu bir hayat kurmuştur. Ancak zamanla bu başarılar, içini doldurmayan bir kabuğa dönüşür.
Toplantılar, rakamlar, hedefler…
Her şey anlamını yitirirken, evliliği de sessizce çatırdamaya başlar.
Bir gün, iş yerinde yaşanan bir kriz her şeyi altüst eder. Yıllardır parçası olduğu sistem, bir anda onu dışarı atar. Artık ne maaşı vardır, ne unvanı, ne de kendine biçtiği rol.
Elinde yalnızca bir sırt çantasıyla çıktığı bu uzun yolculuk, onun yeniden doğuşunun başlangıcı olur. Yolda karşılaştığı insanlarla, hiç bilmediği bir dünyanın kapıları açılır. Para ya da başarıyla değil, insan olmanın sıcaklığıyla tanışır yeniden.
“Satıştan Sonra Hayat”, mutluluğun satın alınamayacağını hatırlatan, kaybolmuş bir adamın yeniden kendini bulma öyküsü.
Gözyaşlarıyla kahkahaların iç içe geçtiği bu içten yolculuk, herkesin kendi hayatında bir “yeniden başlama” noktası bulacağı bir hikâyeyi anlatıyor.
“Bazen her şeyi kaybetmek, aslında en değerli olanı bulmanın tek yoludur.”
Güney Kore’nin 80 yıllık en köklü fırını Myungsoondang, geleneksel lezzetleriyle tanınırken modern dünyaya ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Ailenin tek oğlu ve dördüncü nesil varisi Kim U Ju, babasının ölümünün ardından markayı yeniden canlandırmak için kolları sıvar. Mükemmeliyetçi, soğukkanlı ve kontrol manyağı bir pazarlama lideridir. Mantığıyla hareket eden U Ju için başarı, duygulardan çok daha önemlidir.
Ancak hayat, plan yapmayı seven insanların en çok korktuğu şeyi yapar beklenmedik bir sürpriz sunar.
U Ju, iş birliği yaptığı tasarım firmasında çalışan Yoo Me Ri ile tanışır.
Me Ri, yaratıcı olduğu kadar patlamaya hazır, duygusal bir karakterdir; estetik anlayışı kadar öfke nöbetleriyle de ünlüdür.
Bir kira dolandırıcılığı yüzünden evsiz kalan Me Ri’nin elinde, “yeni evli çiftlere özel şehir evi” ödülünü korumanın tek yolu kalmıştır: evli görünmek.
Kaderin garip bir oyunu sonucu, sahte eş rolü için uygun görülen kişi, eski nişanlısıyla aynı isme sahip hatta tamamen başka biri olan Kim U Ju olur.
Başta tamamen çıkar ilişkisine dayanan bu “sahte evlilik”, kısa sürede gerçek duygularla karışır.
Birlikte yaşamaya mecbur kalan ikili, her sabah taze ekmek kokusunun, geçmiş acılarını unutturabileceğini fark eder.
Ama aile sırları, rekabet ve medyanın baskısı arttıkça, Me Ri ve U Ju’nun “gerçek bir çift” olup olamayacağı sorusu, en tatlı sınavlarına dönüşür.
Göz teması kurmaktan korkan, içine kapanık bir dâhi çikolatacı…
Ve dokunmaktan acı çeken, zengin ama yalnız bir vâris…
İki kırık ruh, tesadüfen bir çikolata dükkânında karşılaşır.
Onları ayıran şey, aslında birbirlerine en çok benzeyen yanlarıdır: temas edememek.
O, başkalarının bakışlarından kaçarken duygularını sadece tatla ifade eder her çikolata, onun söyleyemediği bir cümledir.
O ise çocukluğundan beri insan dokunuşuna karşı hassasiyet geliştirmiştir; bir el sıkışması bile kalbinde fırtına koparır.
Ancak bir şekilde, bu iki korku birbirine işlemez.
Yan yana durduklarında, ne gözler acıtır, ne ten yanar.
Sanki dünya bir anlığına sessizleşir ve yalnızca kakao kokusu konuşur.
Yavaş yavaş, çikolatanın tatlılığıyla duvarlar erimeye başlar.
İkisi de fark eder ki bazen en derin yaralar, en yumuşak dokunuşlarla iyileşir.
“Tatlı Korkular”, insan temasının gücünü, korkunun ardındaki şefkati ve aşkın en narin hâlini anlatan romantik bir hikâye.
Ayumi Yamagishi (Kaho), gençliğinden beri istikrarlı ve güvenli bir hayat kurmayı hayal eden bir kadındır. Toplumun onayladığı bir mutluluk tanımına sıkı sıkıya bağlıdır: “iyi bir eğitim, saygın bir iş, yüksek statülü bir eş.”
Ve nihayet, bu hayalin somut haliyle birlikte yaşamaktadır üniversite yıllarından beri sevgilisi olan Katsuo Ebihara (Ryoma Takeuchi) ile.
Ayumi, Katsuo’nun her ihtiyacını düşünür; onun için yemek yapar, evini düzenler, hayatını kolaylaştırır.
Ancak bu özveri, fark ettirmeden kendi benliğini sessizce silmeye başlar.
Bir zamanlar hayalleri, tutkuları olan Ayumi, artık yalnızca “birinin sevgilisi”dir.
Öte yandan Katsuo, mükemmel bir erkek olduğunu düşünen, kibirli ve ataerkil bir bakış açısına sahip bir adamdır.
“Kadınlar yemek pişirir, erkekler çalışır” derken ses tonu bile sarsılmaz bir özgüven taşır.
İlişkilerinin mükemmel olduğuna inanır ta ki Ayumi’nin gözlerinde ilk defa bir yabancılık görene kadar.
Bir akşam yemeği sonrası, kendinden emin bir gülümsemeyle evlenme teklifini sunar.
Her şeyin planlandığı gibi gideceğini, Ayumi’nin gözyaşları içinde “Evet” diyeceğini sanır.
Ama o an, Ayumi ilk kez kendi sesini duyar.
Ve sessizliği yırtan tek kelimeyle her şeyi değiştirir:
“Hayır.”
Bu, bir ilişkinin sonu değil bir kadının kendi hayatının iplerini ilk kez eline alışının hikâyesidir.
Soğukkanlı, duygusuz ve toplumdan kopuk bir genç kadın olan Ga Yeong, hayatını büyükannesinin sıkı gözetimi altında sürdürmüştür. Büyükannesinin sert ama koruyucu disiplini sayesinde, Ga Yeong’un derinlerde gizlenen psikopatik eğilimleri bastırılmış, kontrol altında tutulmuştur.
Ancak kaderin garip bir cilvesi, onun önüne gizemli bir lamba çıkarır. Lambayı eline aldığında bin yıllık uykusundan uyanan büyülü bir varlıkla, Cin ile karşılaşır. Cin ona üç dileğini gerçekleştirebileceğini vaat eder fakat bu, Ga Yeong’un dünyasında sessizliğin sonu, kaosun başlangıcı olacaktır.
Modern dünyaya adım atan Cin’in yaramaz büyüsü, Ga Yeong’un düzenli ve katı hayatını altüst eder. Bir yanda Cin’in büyüleyici enerjisi ve oyunbaz cazibesi, diğer yanda Ga Yeong’un buz gibi kalbi… İkili arasında tuhaf bir çekim doğar. Ancak bu çekim, gerçeğin ortaya çıkmasıyla paramparça olur: Cin aslında bir iblistir, hatta bizzat Şeytan’ın ta kendisi. Onun amacı, insanlığın yozlaşmaya ne kadar açık olduğunu kanıtlamaktır.
Bu hikâye, klasik “lamba içindeki cin” masalını ters yüz eden karanlık ve büyüleyici bir yeniden anlatım. Ga Yeong’un soğuk ve disiplinli dünyası, Cin’in baştan çıkarıcı enerjisiyle çarpıştığında ortaya yalnızca bir aşk değil; aynı zamanda kader, arzu ve insanlığın en karanlık sınavlarını sorgulayan bir yolculuk çıkar.
Matsuri Amamiya, annesinin yeniden evlenmesiyle birlikte kendini karmaşık bir ailenin içinde bulur. Üvey kardeşleri, herkesin tanıdığı ünlü üçüzlerdir: biri popüler bir şarkıcı, diğeri sporun yıldızı, bir diğeri ise dâhi bir öğrenci. Ancak dışarıdan kusursuz görünen bu üçlü, evin içinde sürekli kavga eden, birbirleriyle bağlarını koparmış halde yaşayan gençlerdir.
Matsuri, parçalanmış bu aileyi bir araya getirme hayali kurar. Sıcak kalbi ve sabırlı tavırlarıyla üçüzlerin arasındaki buzları yavaş yavaş eritmeye başlar. Küçük jestleri, aile yemeklerinde kurduğu köprüler ve kavgaları tatlı dille çözme çabaları sayesinde kardeşlik bağları yeniden filizlenir.
Tam her şey yoluna girmeye başlarken, üçüzlerden biri Matsuri’ye beklenmedik bir şekilde aşkını itiraf eder. Bu itiraf, Matsuri’nin kurmaya çalıştığı hassas dengeyi altüst etme tehlikesi taşır. Aile bağları mı ağır basacaktır, yoksa kalbinin sesi mi?
Her dava kazanılmaz. Hatta bazıları daha başlamadan kaybedilmiştir. Ama CEO Shin için asıl mesele kazanmak değil, insanları uçurumun kenarından çekip almaktır.
Shin, alışılmışın dışında yöntemler kullanan, sivri dilli ama derin empati yeteneğine sahip bir arabulucu ve danışmandır. Ona başvuranların çoğu, mahkemede %0 şansa sahip davalara ya da hayatın en umutsuz çıkmazlarına sıkışmış kişilerdir.
Bir işçi, haksız yere kovulduğu halde kanıt bulamaz.
Bir yaşlı çift, miras yüzünden evlatlarıyla karşı karşıya gelir.
Bir genç, büyük bir şirketle tek başına mücadele etmeye kalkar.
Normal şartlarda hiçbirinin galip gelme şansı yoktur. Ama CEO Shin, zekâsı, keskin gözlemleri ve bazen de alaycı mizahıyla, bu davaları mahkemeye taşımadan çözer; anlaşmazlıkları farklı yollarla sonuçlandırır.
Tabii Shin’in kendi hayatı da göründüğü kadar parlak değildir. Geçmişinde sakladığı bir travma, onu sürekli “uçurumun kenarındaki insanları kurtarmaya” iter. Her vakada, aslında kendi yaralarını da tedavi etmeye çalışır.
Dizi, hem duygusal anlarla izleyiciyi düşündürür hem de absürt mizahıyla kahkaha attırır. Sonuçta bazen hayatın en umutsuz noktalarında bile, küçük bir arabuluculuk mucizesi mümkündür.
1980’lerin renkli ama bir o kadar da zor günlerinde, bir adamın kalbini sarsan ilk aşk hikâyesi, iki genç kadın otobüs rehberinin kaderleriyle kesişir.
Bir yanda hayat dolu, neşeli ve hayallerine sıkı sıkıya bağlı Ji-young, diğer yanda olgun, sorumluluk sahibi ama içinde kırılganlıklar taşıyan Mi-sook vardır. İkisi de otobüslerde yolculara rehberlik eden genç kadınlardır. Bir gün, tesadüfen aynı adamla yolları kesişir: saf, umut dolu ve ilk aşkını arayan Hyun-woo.
Hyun-woo’nun hayatına girmesiyle, bu üç gencin dünyası değişir. Ji-young ona aşkın heyecanını ve özgürlüğünü tattırırken, Mi-sook ona sadakatin, fedakârlığın ve derin bir sevginin ne demek olduğunu gösterir. Ancak Hyun-woo’nun kaderi, yalnızca birini seçmek değil, her iki kadının da hayatında unutulmaz bir iz bırakmaktır.
Arka planda ise 1980’lerin gençliğinin parıltısı vardır: diskolarda çalan şarkılar, renkli moda, ilk maaş heyecanı, hayallerle dolu günler… Hepsi kahkahalar, dostluklar ve gözyaşlarıyla harmanlanır.