Bir yanda duygularını asla belli etmeyen, disiplinli ve mesafeli iş adamı He Qiaoyan…
Diğer yanda, gülümsemesiyle etrafına ışık saçan, sıcak kalpli çocuk psikoloğu Qin Yiyue…
İkisi, Qiaoyan’ın küçük oğlunun desteğe ihtiyaç duymasıyla tanışır. Başlangıçta yalnızca profesyonel bir ilişki kuran bu iki zıt karakter, zamanla birbirlerinin hayatına dokunmaya başlar.
Qin Yiyue’nun şefkati, Qiaoyan’ın kalbindeki buzları yavaş yavaş eritir. Qiaoyan’ın güçlü ama kırılgan yanları ise Yiyue’ye hiç beklemediği bir güven duygusu kazandırır. İş ilişkisi, dostluğa; dostluk ise kaçınılmaz biçimde aşka dönüşür.
Tüm hayatı boyunca bir erkek kılığına bürünmek zorunda kalan genç bir Joseon kadını, kaderin cilvesiyle kendini sarayın kapılarında bulur. Kadın olduğunu gizleyerek, kraliyet sarayında harem ağası olarak görev yapmaya başlar. Sarayın ihtişamlı duvarları ardında, entrikalar, gizli ittifaklar ve acımasız güç mücadeleleri hüküm sürerken, onun en büyük sırrı her an açığa çıkma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Tam da bu gizemli dünyanın ortasında, veliaht prens ile yolları kesişir. Önceleri mesafeli ve kuşkulu başlayan karşılaşmalar, zamanla derin bir güvene, ardından da anlatılamaz bir bağa dönüşür. İki farklı kader, imkânsızlıklarla çevrili bir sarayda birbirine dokunmaya başlar. Ancak her yakınlaşma, hem genç kadının sırrını hem de prensin geleceğini büyük bir riske atmaktadır.
Bir kadın, kimliğini gizleyerek hayatta kalmaya çalışırken; bir prens, kalbini ve tahtını korumak zorundadır. Peki, yasaklarla dolu bu sarayda aşkın kıvılcımı yeşerebilir mi?
Cha Su-yeol, başarılı bir polis memurudur. Fakat hayatı boyunca taşıdığı en büyük yük, annesidir: kanlı geçmişiyle tüm ülkeyi dehşete düşürmüş olan, ünlü seri katil “Mantis”. Su-yeol, annesini reddederek, ondan uzak durarak ve adaletin yanında durarak kendine bambaşka bir yol çizmiştir.
Ama bir gün, şehirde yeni bir katil ortaya çıkar. Kurbanlarını seçme yöntemi ve işlediği cinayetler, tüyler ürpertici şekilde Mantis’in suçlarını taklit etmektedir. Polis teşkilatı çaresiz kalırken, Su-yeol kendini imkânsız bir seçimle yüz yüze bulur:
Kendisinin en çok nefret ettiği kişiye, yani annesine dönmek.
Adalet uğruna annesiyle işbirliği yapmak, Su-yeol’un hem mesleğini hem de vicdanını sarsacaktır. Fakat kopya katili durdurmanın tek yolu, “orijinal canavarın” aklına başvurmaktır.
“Katil annene güvenebilir misin? Yoksa seni de kurban mı seçecek?”
Zaman, insanları ayırır; ama kalpte kalan izleri silemez.
Sun Woo-hae ve Sung Je-yun, gençliklerinde yolları kesişmiş ama kaderin farklı yönlere savurduğu iki insandır. Aradan geçen 15 uzun yılın ardından yeniden karşılaştıklarında, artık bambaşka hayatların yükünü taşımaktadırlar.
Woo-hae, yaşamın sert yüzüyle savaşırken kırılmamayı öğrenmiştir. Je-yun ise kendi sahnesinde, ayakta kalmak için hırsla mücadele etmektedir. Onları yeniden bir araya getiren şey, geçmişin anıları kadar geleceğin ihtimalleridir.
Şimdi karşılarında tek bir soru vardır:
Geçmişin izlerini onarıp yeniden başlayabilirler mi, yoksa hayatın sahneleri onları bir kez daha ayıracak mı?
“15 yıl sonra gelen buluşma, ikinci bir şans olabilir mi?”
Şanghay’ın Fransız İmtiyaz Bölgesi’nde yükselen Batı tarzı bir ev…
Zaman akıp gider, ama bu evin duvarları her dönemin izini saklar.
Bir zamanlar Lin ailesinin görkemli yuvası olan bu yapı, 1930’larda doğumların ve umutların evi haline gelir: bir doğum hastanesi. 1950’lerde, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte fabrika makinelerinin gürültüsüyle dolar. 1990’lara gelindiğinde ise, farklı amaçlarla kullanılan karma bir binaya dönüşür; odaları, farklı hayatların kesişim noktası haline gelir.
Her çağ, kapısından giren insanlarla birlikte yeni öyküler taşır:
Bir anne ve bebeğin ilk nefesi, işçilerin alın teri, yeni dönemlerin umutları ve kaybolmuş hayaller…
Bu film, tek bir binanın gölgesinde yüzyıla yayılan dönüşümü ve onunla birlikte değişen insanların hikâyesini anlatıyor.
Karanlık güçler, Kore Yarımadası’nı ele geçirmek için gölgelerden yükseliyor. İnsanlığın umudu ise birbirinden tamamen farklı ama kaderle bağlı kahramanlarda gizli.
Her biri 12 burçtan birinin ruhunu ve gücünü taşıyan bu savaşçılar, benzersiz yetenekleriyle bir araya gelir. Ejderhanın kudreti, Kaplanın cesareti, Balığın sezgisi, Terazinin adaleti… Onlar yalnızca birer kahraman değil; yıldızların seçilmiş temsilcileridir.
Ancak kötülük, sadece dışarıdan gelen ruhlarla sınırlı değildir. İçlerindeki çatışmalar, geçmişin sırları ve kaderin yükü onları parçalamakla tehdit eder. Yalnızca birlik olurlarsa Kore’yi koruyabilir ve karanlığa karşı zafer kazanabilirler.
Küçük bir kasaba… Birbiriyle sıkı bağlarla bağlı dostlar, aileler… Ve geçmişin gölgesinden gelen on iki gizemli mektup. 35 yıl boyunca saklı kalan bu mektuplar, yalnızca kaybolmuş bir aşkın değil, tüm kasabanın kaderini değiştirecektir.
Tang Yixuan için hayat, sevdiği kadının ansızın ortadan kaybolmasıyla altüst olur. Onun yokluğunu kabullenemeyen Yixuan, çok geçmeden başka bir zamandan gelen şifreli mesajlarla karşılaşır. Bu mesajlar, yalnızca sevdiği kadının akıbetini değil, zamanın ötesinde saklı kalan sırları da fısıldamaktadır.
Gerçeği ortaya çıkarmaya kararlı Yixuan, iki farklı zaman çizgisinde ilerleyen karmaşık bir bilmecenin içine sürüklenir. On iki mektup, kayboluşun ardındaki gerçeği çözebilecek tek ipucudur. Ama her cevap, yeni soruları da beraberinde getirecektir…
Modern dünyanın en parlak şeflerinden biri… Fransız mutfağında yetişmiş, kusursuz teknikleri ve mükemmeliyetçiliğiyle gastronomi sahnesinin zirvesine ulaşmış bir kadın. Ancak kader, onun için beklenmedik bir masayı hazırlar.
Bir anda kendini, tarihin tozlu sayfalarında, kraliyet sarayının altın ihtişamı içinde bulur. Yeni görevi bellidir: Zalimliğiyle nam salmış, damak tadında en ufak hatayı affetmeyen Kral Yeonhu’ya yemek hazırlamak. Bir lokmada mutluluğu da, ölümü de tattırabilen bu kral karşısında hayatta kalmanın tek yolu, kusursuz tabaklar sunmaktır.
Zamanın ötesinde başlayan bu yolculuk, yalnızca mutfak becerilerini değil, cesaretini ve kalbini de sınayacaktır. Çünkü kimi zaman en tehlikeli sofralar, aşka giden yolda kurulur…
1980’lerin hızlı değişen Güney Kore’sinde, toplum baskısı ve sansür duvarları yükselirken, sinema yeni bir döneme giriyordu.
Ünlü bir film yıldızı olan Han Ji-won, kariyerini korumakla sanatını özgürce icra etmek arasında sıkışıp kalmıştır. Bir gün, tartışmalı ve kışkırtıcı bir yapım olan “Madame Aema” için teklif alır. Bu film yalnızca sinemada değil, toplumun değerlerinde de devrim yaratma potansiyeline sahiptir.
Filmde ona eşlik edecek olan genç ve idealist oyuncu Seo Min-ho, sektöre yeni adım atmıştır. Min-ho için bu film, kariyerinde bir dönüm noktası olabileceği gibi, hayatını mahvedebilecek bir skandalın da başlangıcıdır.
Çekimler ilerledikçe ikili, yalnızca kamera önünde değil, kamera arkasında da büyük bir mücadele vermek zorunda kalır:
Sansür Kurulu’nun yasak tehditleri,
Yapımcıların bencil ve yozlaşmış talepleri,
Erkek egemen endüstrinin kadınları araçsallaştıran bakış açısı…
Han Ji-won, kendi özgürlüğünü ve sanatını korumak için direnirken, Min-ho da bu dünyada kendi yolunu bulmaya çalışır. Çekim süreci ikisini hem birbirine yaklaştırır hem de onları toplumun en sert eleştirilerinin hedefi hâline getirir.
“Madame’nin Gölgesi”, yalnızca bir filmin çekim sürecini değil;
⭐ Sanat uğruna verilen bedeli,
⭐ Kadınların sinemada var olma mücadelesini,
⭐ Ve aşk ile özgürlüğün iç içe geçtiği bir dönemin ruhunu gözler önüne serer.
Genç yaşta yıldızı parlayan ve ülkenin en gözde oyuncularından biri olan Lina Yü, henüz 24 yaşındayken "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazanan en genç oyuncu unvanını elde eder. Kırmızı halılarda fırtına gibi esen, her projesi izlenme rekorları kıran Lina, kariyerinin zirvesindedir. Ancak ödül gecesinden yalnızca birkaç gün sonra, beklenmedik bir trafik kazası geçirir.
Gözlerini açtığında kendini tanımadığı bir evde, tanımadığı aynada ve en garibi de 25 yıl sonrasında bulur. Artık yıl 2050'dir… Ve Lina Yü'nün adı hâlâ magazin haberlerinde geçmektedir—ama "eski yıldız", "bir dönemin parlayan ismi" gibi unvanlarla.
Daha da ilginci, artık 49 yaşında olması gerekirken hâlâ 24 yaşındaki haliyle görünmektedir. Herkes onun ya bir android, ya da bir sahtekâr olduğunu düşünür. Lina ise hem zaman atlamasının gizemini çözmeye hem de bu yabancı gelecekte bir yer edinmeye çalışır.
Bu sırada karşısına çıkan Chen Rui, yakışıklı ama alaycı bir teknoloji girişimcisidir. Aynı zamanda Lina'nın geçmişte, yani kendi zamanında, oynadığı bir dizinin büyük bir hayranıdır! Ancak Chen Rui'nin bilmediği şey, hayran olduğu oyuncunun karşısında, genç ve canlı haliyle durduğudur…
Başta sürekli birbirleriyle didişseler de zamanla birlikte geçirdikleri komik ve absürt olaylar ikilinin arasındaki bağı güçlendirir. Lina, Rui’nin yardımıyla geleceğin kurallarına uyum sağlamaya çalışırken, Rui de Lina sayesinde kalbini yeniden açmayı öğrenir.
Lina'nın geçmişe dönme umudu ile gelecekte yeni bir hayat kurma arzusu arasında kalması, ilişkilerini daha da karmaşık hale getirir. Bir yandan kimliğini saklamaya çalışırken diğer yandan kalbini Chen Rui’ye kaptırması, içinden çıkılması zor, bol kahkahalı ve bol romantik bir serüvene dönüşür.
Ama asıl soru şudur:
Lina geçmişine geri dönecek mi, yoksa kalbini bulduğu bu gelecekte mi kalacak?