Göz teması kurmaktan korkan, içine kapanık bir dâhi çikolatacı…
Ve dokunmaktan acı çeken, zengin ama yalnız bir vâris…
İki kırık ruh, tesadüfen bir çikolata dükkânında karşılaşır.
Onları ayıran şey, aslında birbirlerine en çok benzeyen yanlarıdır: temas edememek.
O, başkalarının bakışlarından kaçarken duygularını sadece tatla ifade eder her çikolata, onun söyleyemediği bir cümledir.
O ise çocukluğundan beri insan dokunuşuna karşı hassasiyet geliştirmiştir; bir el sıkışması bile kalbinde fırtına koparır.
Ancak bir şekilde, bu iki korku birbirine işlemez.
Yan yana durduklarında, ne gözler acıtır, ne ten yanar.
Sanki dünya bir anlığına sessizleşir ve yalnızca kakao kokusu konuşur.
Yavaş yavaş, çikolatanın tatlılığıyla duvarlar erimeye başlar.
İkisi de fark eder ki bazen en derin yaralar, en yumuşak dokunuşlarla iyileşir.
“Tatlı Korkular”, insan temasının gücünü, korkunun ardındaki şefkati ve aşkın en narin hâlini anlatan romantik bir hikâye.
Ayumi Yamagishi (Kaho), gençliğinden beri istikrarlı ve güvenli bir hayat kurmayı hayal eden bir kadındır. Toplumun onayladığı bir mutluluk tanımına sıkı sıkıya bağlıdır: “iyi bir eğitim, saygın bir iş, yüksek statülü bir eş.”
Ve nihayet, bu hayalin somut haliyle birlikte yaşamaktadır üniversite yıllarından beri sevgilisi olan Katsuo Ebihara (Ryoma Takeuchi) ile.
Ayumi, Katsuo’nun her ihtiyacını düşünür; onun için yemek yapar, evini düzenler, hayatını kolaylaştırır.
Ancak bu özveri, fark ettirmeden kendi benliğini sessizce silmeye başlar.
Bir zamanlar hayalleri, tutkuları olan Ayumi, artık yalnızca “birinin sevgilisi”dir.
Öte yandan Katsuo, mükemmel bir erkek olduğunu düşünen, kibirli ve ataerkil bir bakış açısına sahip bir adamdır.
“Kadınlar yemek pişirir, erkekler çalışır” derken ses tonu bile sarsılmaz bir özgüven taşır.
İlişkilerinin mükemmel olduğuna inanır ta ki Ayumi’nin gözlerinde ilk defa bir yabancılık görene kadar.
Bir akşam yemeği sonrası, kendinden emin bir gülümsemeyle evlenme teklifini sunar.
Her şeyin planlandığı gibi gideceğini, Ayumi’nin gözyaşları içinde “Evet” diyeceğini sanır.
Ama o an, Ayumi ilk kez kendi sesini duyar.
Ve sessizliği yırtan tek kelimeyle her şeyi değiştirir:
“Hayır.”
Bu, bir ilişkinin sonu değil bir kadının kendi hayatının iplerini ilk kez eline alışının hikâyesidir.
Soğukkanlı, duygusuz ve toplumdan kopuk bir genç kadın olan Ga Yeong, hayatını büyükannesinin sıkı gözetimi altında sürdürmüştür. Büyükannesinin sert ama koruyucu disiplini sayesinde, Ga Yeong’un derinlerde gizlenen psikopatik eğilimleri bastırılmış, kontrol altında tutulmuştur.
Ancak kaderin garip bir cilvesi, onun önüne gizemli bir lamba çıkarır. Lambayı eline aldığında bin yıllık uykusundan uyanan büyülü bir varlıkla, Cin ile karşılaşır. Cin ona üç dileğini gerçekleştirebileceğini vaat eder fakat bu, Ga Yeong’un dünyasında sessizliğin sonu, kaosun başlangıcı olacaktır.
Modern dünyaya adım atan Cin’in yaramaz büyüsü, Ga Yeong’un düzenli ve katı hayatını altüst eder. Bir yanda Cin’in büyüleyici enerjisi ve oyunbaz cazibesi, diğer yanda Ga Yeong’un buz gibi kalbi… İkili arasında tuhaf bir çekim doğar. Ancak bu çekim, gerçeğin ortaya çıkmasıyla paramparça olur: Cin aslında bir iblistir, hatta bizzat Şeytan’ın ta kendisi. Onun amacı, insanlığın yozlaşmaya ne kadar açık olduğunu kanıtlamaktır.
Bu hikâye, klasik “lamba içindeki cin” masalını ters yüz eden karanlık ve büyüleyici bir yeniden anlatım. Ga Yeong’un soğuk ve disiplinli dünyası, Cin’in baştan çıkarıcı enerjisiyle çarpıştığında ortaya yalnızca bir aşk değil; aynı zamanda kader, arzu ve insanlığın en karanlık sınavlarını sorgulayan bir yolculuk çıkar.
Matsuri Amamiya, annesinin yeniden evlenmesiyle birlikte kendini karmaşık bir ailenin içinde bulur. Üvey kardeşleri, herkesin tanıdığı ünlü üçüzlerdir: biri popüler bir şarkıcı, diğeri sporun yıldızı, bir diğeri ise dâhi bir öğrenci. Ancak dışarıdan kusursuz görünen bu üçlü, evin içinde sürekli kavga eden, birbirleriyle bağlarını koparmış halde yaşayan gençlerdir.
Matsuri, parçalanmış bu aileyi bir araya getirme hayali kurar. Sıcak kalbi ve sabırlı tavırlarıyla üçüzlerin arasındaki buzları yavaş yavaş eritmeye başlar. Küçük jestleri, aile yemeklerinde kurduğu köprüler ve kavgaları tatlı dille çözme çabaları sayesinde kardeşlik bağları yeniden filizlenir.
Tam her şey yoluna girmeye başlarken, üçüzlerden biri Matsuri’ye beklenmedik bir şekilde aşkını itiraf eder. Bu itiraf, Matsuri’nin kurmaya çalıştığı hassas dengeyi altüst etme tehlikesi taşır. Aile bağları mı ağır basacaktır, yoksa kalbinin sesi mi?
Her dava kazanılmaz. Hatta bazıları daha başlamadan kaybedilmiştir. Ama CEO Shin için asıl mesele kazanmak değil, insanları uçurumun kenarından çekip almaktır.
Shin, alışılmışın dışında yöntemler kullanan, sivri dilli ama derin empati yeteneğine sahip bir arabulucu ve danışmandır. Ona başvuranların çoğu, mahkemede %0 şansa sahip davalara ya da hayatın en umutsuz çıkmazlarına sıkışmış kişilerdir.
Bir işçi, haksız yere kovulduğu halde kanıt bulamaz.
Bir yaşlı çift, miras yüzünden evlatlarıyla karşı karşıya gelir.
Bir genç, büyük bir şirketle tek başına mücadele etmeye kalkar.
Normal şartlarda hiçbirinin galip gelme şansı yoktur. Ama CEO Shin, zekâsı, keskin gözlemleri ve bazen de alaycı mizahıyla, bu davaları mahkemeye taşımadan çözer; anlaşmazlıkları farklı yollarla sonuçlandırır.
Tabii Shin’in kendi hayatı da göründüğü kadar parlak değildir. Geçmişinde sakladığı bir travma, onu sürekli “uçurumun kenarındaki insanları kurtarmaya” iter. Her vakada, aslında kendi yaralarını da tedavi etmeye çalışır.
Dizi, hem duygusal anlarla izleyiciyi düşündürür hem de absürt mizahıyla kahkaha attırır. Sonuçta bazen hayatın en umutsuz noktalarında bile, küçük bir arabuluculuk mucizesi mümkündür.
1980’lerin renkli ama bir o kadar da zor günlerinde, bir adamın kalbini sarsan ilk aşk hikâyesi, iki genç kadın otobüs rehberinin kaderleriyle kesişir.
Bir yanda hayat dolu, neşeli ve hayallerine sıkı sıkıya bağlı Ji-young, diğer yanda olgun, sorumluluk sahibi ama içinde kırılganlıklar taşıyan Mi-sook vardır. İkisi de otobüslerde yolculara rehberlik eden genç kadınlardır. Bir gün, tesadüfen aynı adamla yolları kesişir: saf, umut dolu ve ilk aşkını arayan Hyun-woo.
Hyun-woo’nun hayatına girmesiyle, bu üç gencin dünyası değişir. Ji-young ona aşkın heyecanını ve özgürlüğünü tattırırken, Mi-sook ona sadakatin, fedakârlığın ve derin bir sevginin ne demek olduğunu gösterir. Ancak Hyun-woo’nun kaderi, yalnızca birini seçmek değil, her iki kadının da hayatında unutulmaz bir iz bırakmaktır.
Arka planda ise 1980’lerin gençliğinin parıltısı vardır: diskolarda çalan şarkılar, renkli moda, ilk maaş heyecanı, hayallerle dolu günler… Hepsi kahkahalar, dostluklar ve gözyaşlarıyla harmanlanır.
Bir gün, süpermarketin hemen yanındaki apartman dairesinde bir ceset bulunur. Olay başta sıradan bir cinayet gibi görünse de, genç market çalışanı Dae-sung için işin içinde garip bir şeyler vardır. Polis araştırması yavaş ilerlerken, Dae-sung’un merakı ağır basar. Ona, her şeye burnunu sokmayı seven annesi ve meraklı sevgilisi Ah-hee de katılır.
Üçlü, katilin izini sürmek için marketin kayıtlarına ve müşterilerin fişlerine göz atmaya karar verir. İlk bakışta sıradan alışveriş listeleri gibi duran bu fişler, aslında cinayetin ardındaki gizemi çözebilecek küçük ipuçları taşımaktadır: alışılmadık saatlerde alınan ürünler, birbirine bağlanan alışveriş alışkanlıkları ve kimliği saklanan müşteriler…
Her fiş, onları farklı bir şüpheliye yönlendirirken, aynı zamanda aile bağlarını ve ilişkilerini de sınar. Dae-sung, annesinin kontrolcü tavırlarıyla; Ah-hee ise, Dae-sung’a olan güveniyle yüzleşmek zorunda kalır. Cinayetin ardındaki gerçek, düşündüklerinden çok daha yakındır ve sıradan bir market fişi, herkesi sarsacak karanlık bir sırrı açığa çıkaracaktır.
Bir yanda duygularını asla belli etmeyen, disiplinli ve mesafeli iş adamı He Qiaoyan…
Diğer yanda, gülümsemesiyle etrafına ışık saçan, sıcak kalpli çocuk psikoloğu Qin Yiyue…
İkisi, Qiaoyan’ın küçük oğlunun desteğe ihtiyaç duymasıyla tanışır. Başlangıçta yalnızca profesyonel bir ilişki kuran bu iki zıt karakter, zamanla birbirlerinin hayatına dokunmaya başlar.
Qin Yiyue’nun şefkati, Qiaoyan’ın kalbindeki buzları yavaş yavaş eritir. Qiaoyan’ın güçlü ama kırılgan yanları ise Yiyue’ye hiç beklemediği bir güven duygusu kazandırır. İş ilişkisi, dostluğa; dostluk ise kaçınılmaz biçimde aşka dönüşür.
Tüm hayatı boyunca bir erkek kılığına bürünmek zorunda kalan genç bir Joseon kadını, kaderin cilvesiyle kendini sarayın kapılarında bulur. Kadın olduğunu gizleyerek, kraliyet sarayında harem ağası olarak görev yapmaya başlar. Sarayın ihtişamlı duvarları ardında, entrikalar, gizli ittifaklar ve acımasız güç mücadeleleri hüküm sürerken, onun en büyük sırrı her an açığa çıkma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Tam da bu gizemli dünyanın ortasında, veliaht prens ile yolları kesişir. Önceleri mesafeli ve kuşkulu başlayan karşılaşmalar, zamanla derin bir güvene, ardından da anlatılamaz bir bağa dönüşür. İki farklı kader, imkânsızlıklarla çevrili bir sarayda birbirine dokunmaya başlar. Ancak her yakınlaşma, hem genç kadının sırrını hem de prensin geleceğini büyük bir riske atmaktadır.
Bir kadın, kimliğini gizleyerek hayatta kalmaya çalışırken; bir prens, kalbini ve tahtını korumak zorundadır. Peki, yasaklarla dolu bu sarayda aşkın kıvılcımı yeşerebilir mi?
Kurnaz kötüler, sinsice kurulan tuzaklar ve sessizce acı çeken kurbanlarla dolu karanlık bir dünyada üç sıra dışı dolandırıcı, açgözlülüğün pençesine karşı kendi yöntemleriyle mücadele ediyor. Onların tek kuralı var: yalnızca kötülerden çalmak. Ne kişisel intikam peşindeler ne de masumları hedef alıyorlar. Onlar için suç, zekâ ve cesaretle oynanan bir oyun; adalet ise çoğu zaman sahnelenmiş, zekice planlanmış bir numara.
Bu dünyanın merkezinde, “Özgüven Kraliçesi” lakabıyla tanınan, keskin zekâsı ve karizmatik liderliğiyle dikkat çeken Yi-rang var. O, her hamlesini bir satranç ustası gibi hesaplayan, rakiplerini daha ilk hamlede alt etmeyi bilen bir lider. Yanında yılların tecrübesiyle soğukkanlılığını hiç kaybetmeyen, planlarını en ince ayrıntısına kadar kusursuzlaştıran profesyonel James bulunuyor. Ekibin üçüncü halkası ise sıradan gibi görünen ama gizli yetenekleriyle herkesi şaşırtan Gu-ho. Saf görünümlü, içine kapanık halleriyle düşmanlarını kandırırken, ekibin en beklenmedik kozu haline geliyor.
Onların dünyasında hiçbir şey göründüğü gibi değil. Gördüğünüze güvenmeyin, çünkü her bakışın ardında başka bir plan gizli olabilir. Ve asla unutmayın: Bir dolandırıcıya asla kanmayın.